18 Ocak 2015 Pazar

"Aferin" Toksik Bir Kelime midir?

"Aferin" kelimesini günlük hayatımızda çok sık kullanırız. Özellikle başarıyı takdir etmek için kullanılan bu kelime, her zaman doğru sonucu verir mi? Hafta sonu gittiğimiz bir filmde bu konu vurgulanmış. Bu yılın en iyi filmlerinden birisi olmaya aday olan "Whiplash" filminin rejisörü Damien Chazelle. Filimde aktörler birinci sınıf rol yapıyorlar. Senaryo çok iyi. İyi ayarlanmış hafif bir gerilim var. Baştan sona kadar büyük bir dikkat ve ilgiyle izleniyor film. Müziğe, özellikle caz'a ilgi duyanların kaçırmaması gerekmekte. Filmin sonundaki "bateri solo" olağanüstü.. Ama bu sözlerime bakarak sadece müzikseverlere hitap eden bir film olduğunu düşünmeyin. Herkese hitap eden ve büyük bir ilgiyle izlenecek bir film Whiplash. İkinci defa bile hiç sıkılmadan izlenecek bir film olduğunu söyleyebilirim.

Filmi daha fazla anlatmayacağım. İzlemek gerekli. Şimdi filmin temel fikirlerinden birisi olan "aferin" düşüncesine gelelim. Burada eğitici rolündeki aktör "Aferin kadar dilimizde zararlı bir kelime yoktur" cümlesini kullanıyor. "Aferin" çok fazla kullanıldığı için, müziğin, özellikle de caz müziğinin gerilediğini, iyi müzikçilerin çıkmadığını ifade ediyor.

Aslında aktörün dile getirdiği bu düşünceyi birçok alana uygulayabiliriz. Mükemmel olmamasına karşın, çevremizde iyi iş çıkaran kişileri ödüllendirmek için çok sık kullanırız bu sözcüğü. Hatta bazen hoşumuza gitmese dahi karşımızdakini kırmamak için beğenimizi bazen çok abartarak ifade ederiz. Bir örnekle biraz daha açıklamak istiyorum. Bir arkadaşınız gittiği bir lokantayı çok över ve ısrarla sizi o lokantaya adeta sürüklercesine götürür. Lokantada yemekleri sipariş eder ve ısrarlı gözlerle size bakarak düşüncenizi öğrenmek ister. Hatta lokantanın sahibi ve aşçısını da yanınıza çağırır düşüncenizi onlara göstermek için. Onlar da becüş bir ifade ve hafif gurur dolu bakışlarla yanınızda dururlar. Şimdi böyle manevi bir baskı altında iken ne cevap verirsiniz? İstemeye istemeye çok beğendiğinizi söylemek zorundasınızdır artık. Bunu söylediğiniz anda arkadaşınızın rahatladığını görürsünüz. Lokanta sahibi ve aşçı ise egoları şişmiş bir şekilde yanınızdan ayrılırlar. Aynı kötü yemekleri ve servisi yapmaya devam ederler.

Bu örnekleri günlük hayatımızdaki yaşadıklarımızla çok fazla çeşitlendirebiliriz. Televizyonlara çıkan koca koca akademisyenler ve siyaset adamlarında da görürsünüz bu tavrı. Her yerde takdir edilip egoları şişirildiği için, öyle abuk sabık konuşurlar ve saçma sapan fikirleri savunurlar ki izlerken yüreğinizin daraldığını hissedersiniz

Televizyon dizileri veya bazı sanat etkinlikleri de öyle değil mi? Nasıl kamuoyuna pompalanırlar ilk başlarda. Çeşitli şekillerde ödüllendirilen kalemşörlerin göklere çıkarmaları da bir yana. Ama bir süre sonra gerçek nitelikleri ortaya çıkar ve kısa zamanda sessiz sedasız yayından veya sahneden kaldırılırlar.

Öğrencilik hayatımızda da takdir edilmek hepimizin hoşuna gitmiştir. Ama benim deneyimlerime göre en çok çalıştığımız dersler, bizi takdir eden hocaların değil, aksine eleştiren hocaların dersleri olmuştur. Bu durum akademik ve iş hayatında da böyledir. Benim başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum size.

Yıllar önce cerrahların ağırlıkta olduğu bir hastanede çalışıyordum. Bu hastanede aynı zamanda yoğun bir bilimsel faaliyet de vardı. Hekimler yayın potföylerini zenginleştirerek doçentlik sınavına hazırlanıyorlardı.  Hastanenin yöneticisi hocamız, bana niye yayın yapmadığımı sordu. İş yoğunluğunu bahane ederek yayın yapmaktan uzak duruyordum. Aslında bu konuda yeteri kadar deneyimim yoktu. Ama kendime itiraf etmekten çekiniyordum. Israrlara dayanamayarak bir yayın hazırlığına giriştim. Kısa zamanda yayını hazırladım. Taslağını hocaya sundum. Kendime göre çok iyi bir yayın hazırlamıştım. Hocam yayını eline aldı, sayfaları çevirerek dikkatle incelemeye başladı. Ben de heyecan ve gururla onu seyrediyordum. İncelemeyi bitirince sayfaları eline aldı, Masanın bir ucuna, adeta yüzüme doğru fırlatarak böyle saçma bir çalışma görmediğini söyledi. Çok bozulmuş ve gururum kırılmıştı. Sayfaları aldım, asık bir suratla odasından çıktım. Takdir edilmediğim bir hastanede çalışamazdım artık. O gün istifa ederek görevimden ayrılmayı düşündüm.

Akşam eve geldim, eşime kararımı açıkladım. Çalışma odama geçtim. Yayını masaya koydum ve tekrar incelemeye başladım. İnceledikçe hocamın çok hakli olduğunu gördüm. Yayında birçok hata vardı. Acemiliğim çok belirgindi. Hocamın bu tavrı bana ders olmuştu. İstifa etmekten vazgeçtim ve boş vakitlerimi yayın için kullanmaya başladım. Giderek yayın yapma kapasitem gelişti. Bu sayede doçent olmama kadar uzanan bir akademik süreç başladı. Bu ders bana hekimlik hayatımda çok faydalı olmuştur. Halen de o deneyimlerimden yararlanarak bilimsel aktiviteme devam ediyorum.

Sonuç olarak "aferinin" dozunu iyi ayarlamak gerekmektedir. Ama eleştirmenin de bir dozu vardır. Bazen çok yıkıcı olabilir yapılan eleştiriler. Bununla beraber yetkin, tecrübe ve bilgiye dayanan eleştirilerden korkmamak ve hatta bu tür eleştirileri teşvik etmek gerekmektedir. Bu durum her alanda geçerlidir, Toplumda eleştiri-özeleştiri kültürünün yerleşmesi her alanda ilerlememizin başta gelen ilkesi olmalıdır. Devamlı pohpohlanan kişiler kendilerini dev aynasında görürler. Şişirilen egoları nedeniyle eleştirileri dinlemezler ve sürekli hata yaparak kendilerine, çevrelerine zarar verirler.

Ailece izleyin Whiplash filmini. Çok yararlanacaksınız

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder