Yazının başlığındaki cümleyi hafta sonu izlediğim bir filimden aldım. Filmin ismi, "Geçmişin İzleri". Orijinal ismi "The Railway Man". Aslında Türkçe ismi, filmi anlatmak için pek uygun değil. Benim yazımın başlığı çok daha uygun olurdu filim için. Gerçekten de akılda kalacak ve çok güzel mesajlar veren bir filim.
Filmin baş rollerinde Colin Firth ve Nicole Kidman var. Colin Firth, "Zoraki Kral" filmi ile Oscar almıştı. O filimde kekeme İngiliz Kralını canlandırmıştı. Gerçekten de büyük bir aktör. Eğer filmi benimsiyorsa, olağanüstü rol yapıyor. Bu filimde de öyle. Nicole Kidman'ı söylemeye gerek yok. Rolünün hakkını veriyor.
Filmin konusunu kısaca anlatayım. İkinci Dünya Harbinde Japonlara esir düşen bir İngiliz askerinin başından geçenleri ve daha sonraki hayatında yaşadıklarını anlatıyor. Tüm işkencelerden sağ kurtulan ve daha sonra emekli hayatı yaşayan bir asker Eric. Patti ile tanışıyor, birbirlerine aşık olarak evleniyorlar. Yalnız Eric, harpte yaşadıklarının etkisinden tam olarak kurtulamamış. Sürekli hayaller görüyor. Bu durum tüm yaşantısını etkiliyor. Savaşta birlikte esir düştükleri arkadaşlarından Finley, işkencecilerden birisinden haberdar oluyor. Patti'nin de onayını alarak Eric'e bildiriyor. Eric, bu işkenceci ile karşılaşarak hesaplaşıyor. Konuyu anlatmayı burada kesiyorum. Filmi izlemek isteyenlere daha fazla ip ucu vermek istemiyorum.
Filimde diyaloglar çok iyi. Görüntü yönetmeni ve rejisör iyi iş çıkarmışlar. Bir kitaptan alınmasına karşın, filmin senaryosu da çok etkileyici.
Film, tarihin en kanlı savaşlarının başında gelen İkinci Dünya Harbindeki bir insanlık dramını anlatıyor. Çok değil, daha 70 yıl önce yaşanmış bir dram. İnsanın insana bu kadar eziyet yapmasını anlamakta güçlük çekiyorum. İşkence, vahşet, öldürmenin, insanın tabiatında olmaması gerekir. Ama son zamanlarda Ortadoğu'da yaşanan dram, bu filmin güncelliğini tekrar hatırlattı. Filmi herkese şiddetle tavsiye ediyorum.
Şimdi gelelim Ortadoğu'daki drama. Büyük bir kaos içinde Ortadoğu. Tüm ülkelerde tedirginlik hakim. Sürekli göç ediyor insanlar. Evlerinden oluyor, yaşadıkları yerleri terk ediyor, sefil bir hayatın içine düşüyorlar. Musul'daki konsolosluk mensuplarının rehin alınması, ülkemizde infial ve tedirginlik yarattı. Gelin tüm bu olayları duyarlı bir insanın gözüyle yorumlayalım.
Öncelikle insan faktörü açısından bakalım meseleye. Konsolosluktaki vatandaşlarımız, bizim kanımız, canımızdır. Onların kılına zarar gelmesini istemeyiz. Ama onların dışında vatandaşımız yok mu Irak'ta? Şoförler, iş adamları, işçiler, mühendisler ve daha bilemediğimiz birçok vatandaşımız Irak'ta zor koşullarda görev yapıyorlar. Konsolosluk görevlileri serbest bırakılınca sorun çözülecek mi? Öteki vatandaşlarımız ne olacak?
Meselenin başka bir yönüne de bakalım. Ülkemizde yaklaşık 4-5 milyon Arap asıllı vatandaşımız, 18 milyon civarında Kürt asıllı vatandaşımız var. Ayrıca Türkmen'ler var Irak'ta. Osmanlı, Ortadoğu coğrafyasında uzun süre iktidar olmuş. Irak ve Suriye ile olan sınırımız suni bir sınır. Sadece bir demir yolu ayırıyor bizi onlardan. Şimdi o ülkelerdeki terör ve şiddet nedeniyle ölen, yaralanan binlerce insan, bizden çok mu uzaklar. Onlarda insan, onların da çocukları, eşleri, anneleri, babaları, kardeşleri var. Gelecek hakkında bir çok hayalleri vardı bu insanların. Kaos onları fazlasıyla etkiledi. Yüreğimiz Ortadoğu'da yaşayan tüm halklar için yanmalı, üzülmeli ve onlar için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz.
Ülkemize özellikle Suriye'den çok fazla sığınmacı geldi. Bazı insanlar onlara tepki gösteriyorlar. Bu tepkileri yakın çevremden de bol miktarda duyuyorum. Üstelik okumuş, yazmış, hali, vakti yerinde insanlar daha fazla tepki gösteriyorlar sığınmacılara. Adeta öfke kusuyorlar hiç tanımadıkları bu insanlar için. Kardeşim, önce kendini onların yerine koy. Evini barkını terk edip, başka bir ülkede sığıntı gibi yaşamak kolay mı? Üstelik komşun onlar. Belki de biraz karıştırsan, akraba bile çıkacaksın. Her şeyi bir yana bırak, insan olduklarını unutma tepki gösterirken. Her toplumda soysuzlar, hırsızlar çıkar. Üç beş soysuz için, niye tüm sığınmacıları mahkum edip, onlara cephe alıyorsun.
Geçtiğimiz günlerde Kerkük'ten bir hasta geldi. Yüksek okul mezunu bilinçli bir insandı. Sohbet ettim Irak ile ilgili olarak. Söylediklerini duyunca çok üzüldüm. Yöneticilerin ve siyasetçilerin önemli bir kısmı, Irak'ı parsellemişler. Tekel niteliğindeki bir çok ekonomik faaliyet, onların veya akrabalarının kontrolünde. Bu durum ülkenin her yerinde mevcut. Yöneticilerin bir eli yağda, bir eli balda. Halk ölmüş, yaralanmış, sürünmüş, umurlarında değil. Yeter ki onların cepleri dolsun.
Ortadoğu'nun kurtuluşu gerçek demokrasidedir. Diyalektikte bir kural vardır. Nicel birikimler, nitel dönüşüme uğrarlar. İleride Ortadoğu ülkelerinin gerçek demokrasiye ulaşacaklarına inanıyorum. Bunun için tüm demokrasi güçlerinin iş birliği yapması lazım. Zengini, fakiri, sağcısı, solcusu, aydını, işçisi, köylüsü el ele vermeleri lazım demokrasi için. Arap ülkelerinden Suriye ve Irak, yaklaşık 100 yıldır birçok mücadeleye sahne oldu. Geçmişte çok güçlü özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi hareketleri vardı. Ama bu kaos ortamında onların sesi çıkmıyor. Zamanla bu ülkelerde gerçek demokrasinin filizleneceğine inanıyorum.
Ülkemizde de ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, işleyen bir demokrasi var. Ortadoğu halkları için yapabileceğimiz çok şey mevcut. Ama onlara ağabeylik taslamak doğru değil. O halkları da bizimle eşit görüp, davranmak lazım. Bizim toplumda seçkinci eğilim çok fazladır. Hep üstten bakarız çevremizdeki halklara. Bu durum yıllarca beyinlerimize işlenen faşist zihniyetin ürünüdür. Unutulmasın, Osmanlı, özellikle 20.yüzyılın başında az çektirmemiş Arap'lara. Özellikle de Filistinli ve Suriye'li aydınlara. Onların bağımsızlık hareketleri büyük bir şiddetle bastırılmış. Birinci Dünya Harbinde Filistin ve Gazze komutanı olan Cemal Paşa'ya Araplar, "Kanlı Cemal" derler. Nedenini biliyor musunuz? Lübnan ve Suriye'deki telgraf direklerine Arap aydınlarını astırmış ve sergilemiş, halka ibret olsun diye. Birinci Dünya Harbinde ve Çanakkale'de çok sayıda Arap, Osmanlı Ordusunda savaşmış. Bizimle beraber ölmüşler, yaralanmışlar, esir düşmüşler. Bu gerçekleri unutmadan değerlendirmek gerekir Ortadoğu'yu.
Bir kısım insanımız da Ortadoğu ülkelerine fetihçi zihniyetle bakmaktadırlar. Musul ve Kerkük'teki tedhiş ve şiddet onların umurunda değil. Varsa yoksa o bölgelerin petrolü. Kardeşim, ne yapacaksın sen o petrolü? Ne hakkın var orada? Şunu unutma, topraktaki zenginlik, orada yaşayanlarındır, senin değil. Sen önce kendi ülkendeki zenginlikleri keşfet ve geliştir. Eğer yapacaksan, komşularınla sağlıklı ekonomik ve kültürel ilişkiler kur. Onların sıkıntılarında yanlarında yer al. Küçük görme onları. Artık 21.Yüzyılda yaşıyorsun. Bu çağ büyük bir iletişim çağı. Hiç bir şey gizli kalmaz. İyilik de, kötülükte. Bu anlayışla bak çevrene. Mezhep ve etnik çatışmaları körükleyerek bir şey elde edemezsin. Sadece kan ve göz yaşını artırırsın, o kadar.
Ortadoğu'daki kaos zaman gelecek bitecek. Güzel günler görecek o ülkelerin insanı da. Temennimiz, insanların ve ülkelerin daha fazla zarar görmeden bu işin sonlanması. Ortadoğu halkları çok çekti ve halen çekmekteler. Yüreğimizde duymalıyız onların acılarını. Her zaman barıştan, demokrasiden, insan haklarından yana olmalıyız. Bu evrensel kurallara sahip çıkmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç var bu günlerde. Ama öncelikle nefretin durması gerekir. İşte başta anlattığım "Geçmişin İzleri" filmi bu konuyu çok güzel işlemiş ve anlatmış. Nefret ve kin, gözleri kör eder, doğruyu görmeyi engeller. Bizim ülkemizde de yıllarca körüklendi nefret duygusu. Güzel günler görmek için, hep beraber mücadele etmeliyiz bu duygu ile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder