Çoğumuz yaşantımız boyunca saklanan kimliklere rast gelmişizdir. Çok yakın bir arkadaşınızın Alevi olduğunu yıllar sonra öğrendiğiniz zaman, şaşırırsınız. Veya sürekli bir arada olduğunuz bir dostunuzun büyük annesinin Ermeni asıllı olduğunu öğrenebilirsiniz. Peki niye başlangıçta bu kişiler kimliklerini saklama gereksinimi duymuşlardır, hiç düşündünüz mü? Eskiden toplumumuzda öyle yoğun bir baskı vardı ki, bazı insanlar kimliklerini saklamak zorunda kalıyorlardı. Yine de çevremizdeki bazı kişilerde ön yargıların devam ettiğini maalesef görüyoruz. Üstelik aydın geçinen birçok insanda bu tutumu ve ülkemizin çok kültürlü yapısını inkar etme eğilimini gördükçe çok üzülmekteyim. Şimdi bu konuyu biraz daha ayrıntılı anlatacağım.
Yıllar önce Malatya Turan Emeksiz Lisesinde öğrenci iken bir arkadaşımın sırrını bana açmasının anlamını tam kavrayamamıştım. Ama üniversitede ve sonrasında çok daha iyi anladım o arkadaşımı.
O zamanlar, yani yetmişli yıllarda Malatya çok karışık bir şehirdi. Hem mezhep ve hem de siyasal çatışmalar toplumu çok fazla etkilemekteydi. Sürekli bir gerilim hali vardı ortamda. Bir memur çocuğu olarak derslerimizi ciddiye alıyor, üniversiteye girebilmek için var gücümüzle çalışıyorduk. Boyum uzun olduğu için sınıf öğretmeni beni en arka sıraya oturtur muştu. Yanımda benden biraz daha kısa boylu, koyu esmer tenli, hafif kalın dudaklı, nispeten yakışıklı denilebilecek bir öğrenci oturmaktaydı. Benden 4-5 yaş büyüktü. Pencere kenarında oturur, sürekli dışarısını gözlerdi. Az konuşan bir kişiliği vardı. Sınıfta hemen hiç kimse ile samimi bir ilişkisi yoktu.
Zamanla bu kişiyle diyaloğumuz artmaya başladı. Derslerine çalışan, ödevlerini yapan dikkatli bir öğrenciydi. Bir süre sonra da sessiz ve içine kapanık haline alıştım. Sınıfta tek yakın arkadaşı ben olmuştum. Teneffüse çıktığı zaman benimle vakit geçiriyordu.
Okulda sadece siyasal gruplar değil, hemşehrilerden oluşan çete grupları da vardı. Bazı kişiler hemşehrilik ilişkilerini kullanarak oluşturdukları bu çeteler aracılığı ile öğrencilere ve öğretmenlere baskı uyguluyorlardı. Okulda eğitim çok yetersizdi. Bir çok değerli öğretmen şehri terk etmiş, kalanlar ise bezgin bir şekilde derslere giriyor, sadece vakit doldurmaya çalışıyorlardı.
Aradan 2-3 ay geçti. Stresli günler yaşıyorduk. Yine böyle karışık bir günde okulun bahçesinde sıra arkadaşım ile hem dolaşıyor ve hem de sohbet ediyorduk. Aramızda güzel bir dostluk ve güven ilişkisi oluşmuştu. Arkadaşım sohbetimiz arasında birden konuyu değiştirerek "Şekip, sana bir sırrımı açıklayacağım" dedi. Merakla kendisine baktım. Cevap vermeme fırsat bırakmadan, "Biliyor musun, ben Çingeneyim" dedi. Şaşırmıştım, ama bana pek garip gelmemişti doğrusu. Gayet doğal bulmuştum böyle bir kimliği olmasını. Daha doğrusu o yaşımdayken bu durumun bir insan için çok da önemli olmadığını düşünmüştüm. Sonra ki hayatımda bu itirafın ne manaya geldiğini çok daha iyi anlayacaktım.
Arkadaşım sırrını açıkladıktan sonra çok rahatlamıştı. Bunu kimseye açıklamamamı rica etti. "Tabi" dedim, "Senin sırrın bu, sen istemedikten sonra kimseye söylemem".
İlişkimiz sınıfın ilk dönemi boyunca devam etti. Bu açıklaması sayesinde tedirginliğini üzerinden atmış, kendisine güven gelmişti. Daha konuşkan ve güler yüzlü bir insan olmuştu.
Ara tatilinden sonra sınıfa geldiğim zaman arkadaşımın olmadığını gördüm. Kaydını okuldan aldırdığını ve başka bir şehre gittiklerini öğrendim. Yaşantısına uygun bir eğitim hayatı vardı muhtemelen. Koşullara kendisini uydurarak eğitimini devam ettiriyordu. Geriye dönüp düşündüğüm zaman, onun hayatının bizden çok daha zor olduğunu anlıyor ve onu saygıyla anıyorum. Eğer okulda kimliğini bilselerdi, belki de rahat vermeyeceklerdi ona.
Artık ülkemiz yetmişlerin Türkiye'si değil. Çok daha hoş görülü bir toplum olması için gereken birçok faktör var. Ama gerçek böyle mi? Çok yol alınmasına karşın, aşmamız gereken bir çok engel var daha.
Bir yıl önce yemekli bir toplantıya misafir olmuştum. Davet sahibi yemeğe renk katsın diye bir fasıl heyeti getirmişti. Üç adet Roman vatandaşımızdan oluşan bu küçük topluluk, mesleklerini çok güzel icra ediyorlardı. Onlar sayesinde güzel vakit geçiriyorduk.
Ben ritm özelliği yüksek olan çalgıları çok severim. Özellikle iyi çalınan bir darbukaya bayılırım. Darbukayı çalan Roman vatandaşımız, çalgının hakkını çok güzel veriyordu. Beni kırmamış, çok güzel bir solo uygulaması yapmıştı. Verdikleri ara sırasında yanına gittim ve teşekkür ettim. Daha sonra sohbet etmeye başladık. Üç çocuğu olduğunu öğrendim Roman vatandaşımızın. En büyük erkek çocuğunun lise birinci sınıfa gittiğini, derslerinin iyi olmasına karşın okula devam etmek istemediğini söyledi. Ona da çeşitli çalgıları çalmasını öğrettiğini ve ileride baba mesleğini devam ettireceğini ekledi. Hemen aklıma lisedeki arkadaşım geldi. Direkt konuya girerek çocuğun okulda kimliğinden dolayı sıkıntı yaşayıp yaşamadığını sordum. Birden yüzü karardı, neşesi kayboldu, gerçek sıkıntısının bu olduğunu belli etmişti. Anlatmasını rica ettim. İki gün önce okul müdürünün onu çağırarak, çocuğunun uyumsuz bir öğrenci olduğunu, sürekli kavga çıkardığını söylediğini iletti. Roman olması çevredeki çocukların onunla uğraşmasına neden oluyor, bu durum çocuğu hırçınlaştırıyor ve kavgacı bir kişilik sergilemesine sebep oluyordu. .
Roman vatandaşımızın gücü yetmezdi kimlik ayrımını gidermeye. Ön yargılarımızı kırmak için daha çok fırın ekmek yememiz gerekmekteydi. İşte lisedeki arkadaşım bu nedenle kimliğini gizlemek lüzumunu hissetmişti.
Şu anda Brezilya'da dünya kupası maçları oynanıyor. Milli takımımızın turnuvada olmamasına karşın, büyük bir zevkle izliyoruz maçları. Üstelik çoğu zaman taraf tutmadan. Kim güzel oynuyorsa insanlar o takımı alkışlıyorlar. Bir milyarın üzerinde insan seyrediyor maçları. Hemen hemen her maçta FİFA tarafından "ırkçılığa hayır" pankartı açılıyor. Takımlara bakıyorsunuz, her renkten ve kimlikten futbolcu var sahada. Almanya'nın futbolcularının hemen hemen yarısı farklı kimlikten ve renkten. Faşist Hitler görseydi bu manzarayı, herhalde saçını başını yolardı. Biliyorsunuz, 1936 Berlin Olimpiyatları sırasında ABD takımındaki siyahi büyük atlet, Jesse Owens, Hitler'in çok önem verdiği Ari (!) ırktan sporcusunu geçerek 4 altın madalya kazanmıştı. Yarışmayı izleyen ve sporcusunun başarısını kutlayarak tüm dünyaya ilan etmeyi düşünen Hitler, sonucu hazmedememiş ve öfkeyle stadyumu terk etmişti. Bu yazı vesilesiyle Hitler ve şürekasına büyük ders veren ve antifaşist mücadelede önemli bir simge olan Owens'ın hatırasını saygı ile anmak istiyorum.
İşte dostlarım, güzel ülkemizdeki çok kültürlülüğü ve farklı kimlikleri zenginlik olarak kabul edelim. Kimseyi, Türk, Kürt,Arap, Alevi, Sünni, İnançlı, İnançsız, Roman vb olarak ötekileştirmeyelim. Eğer bu anlayışı toplum olarak tam anlamıyla benimsersek ve çocuklarımızın kafasına yerleştirirsek, inanın hiç kimse tutamaz bizi.
Son söz olarak," Irkçılığa ve kimlik ayrımcılığına hayır!" sloganının her alanda, politikada, ekonomide, sosyal hayatta ve toplumun her alanında geçerli olmasını dilemek ve çaba göstermek hepimizin görevi olmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder