4 Temmuz 2014 Cuma

Geçmiş Güzel midir?

Hiç sevmem bizim zamanımız şöyle iyiydi, böyle iyiydi diye sızlanmaları. Hani biz yaştakiler bir araya gelince konuşmaya başlarız, "Ah şimdi ki gençler ne kötü, bizim zamanımızda böyle miydi?" demeye. Hangi psikoloji bizi böyle konuşturur. Gençliğe özlem mi, yoksa kendimizi şimdiki gençlerden üstün görme arzusu mu? Nasıl izah ederseniz edin, çok doğru değildir bu şekilde yakınmak.

Yine bir akşam çok sevgili dostlarımızla birlikte yemekteydik. Şimdi üniversitede profesör olan arkadaşım kızından yakınmaya başladı. Kızının gençliğe bağlı olarak yaptığı bazı abartılı tepkileri arkadaşım çok önemsiyor ve üzülüyordu. Kızının davranışları her genç kızın yaptığı ama biraz abarttığı masum davranışlardı. İşte bu davranışlardan şikayet ediyordu sevgili arkadaşım. Çok yakından tanıdığım için, gençliğinde kızından farklı davranmadığını yakından biliyordum. Şöyle yüzüne yarı muzip dik dik baktım ve ekledim, "Çok konuşma, biz senin gençliğini de biliriz. Saçların uzun, üzerinde parka ve ayağında postallar ile dolaşmaz mıydın ortalıkta?". Bunu söyleyince arkadaşımın gözleri parladı ve cevap verdi, "Şekip, senden de hiç bir şey saklanmıyor ki!". Daha sonra gülerek konuyu eski günlere getirdik, gençlik çılgınlıklarımızı anlatarak güldük. O geceki sohbetimizden sonra arkadaşımın kızı ile ilgili düşüncelerinin değiştiğini hissettim.

Şimdi sağlık alanında da eskileri özlemeye gerek yok. Gerçekten de ne kadar olumsuz koşullarda çalıştığımızı hepimiz biliyoruz. Bu anlamda bir anımı anlatmak istiyorum.

Okulu bitirdikten sonra o yıllarda çıkarılan tam gün yasasından istifade etmek için, bir grup arkadaş, Van'ın değişik ilçelerindeki sağlık ocaklarına kendi isteğimizle tayin olduk. Benim şansıma da Van'a bağlı büyük bir köyün sağlık ocağı düşmüştü. Köy büyük olmasına karşın, elektriği yoktu. İnsanlar gaz lambası ve lüks ile idare ediyor, gaz ocağı kullanıyor, tezek yakıyorlardı. Tabi o zamanlar plastik enjektörlerde yoktu ülkemizde. İğneler demirdendi. Enjeksiyonlar cam şırınga kullanılarak yapılıyordu. Eğer elektrik var ise, ısıtıcılı ocaklarda kaynatılarak steril ediliyordu. Elektrik yoksa, tüplü ocaklar kullanılıyordu.

Sağlık ocağına vardım. Bakımsız bir ocaktı. Uzun süredir doktor tayin olmamıştı. Sağlık ocağında bir sağlık memuru, bir ebe, bir müstahdem ve bir adet şoför vardı. Benim tayin olmamı memnunlukla karşılamışlardı. Tanışma faslına geçtik, sağlık memuru hariç, diğer üç kişinin aynı köyden olduğunu öğrendim.

Biz sohbet ederken açık olan kapıdan bazı insanların ellerinde ilaçlar ile girdiğini görüyordum. İnsanlar içeri girince sağlık memuru kalkıyor, içeri gidiyor, sonra tekrar yanımıza geliyordu. Nereye gittiğini sordum. Hastaların iğnelerini ve pansumanlarını yaptığını söyledi. Doğal bir şeydi. Şehirde muayene olan hastaların enjeksiyonlarını sağlık ocağı yapmayacaktı da neresi yapacaktı.

Yol yorgunluğu ile canım çay istedi. Çay demlemelerini istedim. Müstahdem mahcup bir şekilde ağzında geveleyerek çayı yapamayacaklarını söyledi. Eğer beklersem eve kadar gidip getirebileceğini ekledi. Nedenini sordum. Sağlık ocağında hava gazı tüpü olmadığını, ödenekleri olmadığı için alamadıklarını söyledi. Şaşırmıştım, tüp olmadığını anlayabilirdim. Elektrik zaten yoktu. Peki bu enjeksiyonlar nasıl yapılıyordu? Enjektörlerin mikroplarını öldürmek için kaynatmak gerekmekteydi. Sağlık memuruna dönerek iğneleri ve enjektörü nasıl kaynattığını sordum. Pişkin bir şekilde sırıtarak bana baktı. Kaynatmaya gerek olmadığını, aynı enjektörleri ve iğneleri her hastaya kullandığını söyledi. Dehşete düşmüştüm. Ama nasıl yaparsın bunu dedim. Hastalara mikrop taşıdığını söyledim. Aynı pişkin tavırla cevap verdi. Bu yörenin insanlarının domuz gibi sağlam olduğunu, hiç bir şey olmayacağını, aylardır enjeksiyonu bu şekilde yaptıklarını ekledi.

Ne yapacaksın şimdi. Hayatın gerçeği bu adamın kafasında olandı. Eğer tüp yoksa, kaynatmadan da iğne yapabilirdi. Kendisine göre haklıydı.

Hemen para çıkararak tüp almalarını, enjektör ve iğneleri kaynatmadan yapmamalarını söyledim. Kendime göre bir çözüm bulmuştum. Ama ben gidince ne olacaktı, aynı tas aynı hamam. İşte ülkemizde sarılığın ve taşıyıcılığının çok fazla olmasının nedenlerinden birisi de buydu. Ama sadece tek neden bu değildi. Steril koşullarda çalışmayan berberleri, sahte dişçileri, kırıkçıları, halk ebelerini de eklemek gerekmektedir.

Geçmişte devletin özellikle altyapıda eksik hizmet götürmesinin hastalıkların oluşmasında büyük rolü vardı. Daha sonraki hekimlik hayatımda bu durumun çok olumsuz örneklerini gördüm ve yaşadım. Kaynak yok muydu? Aslında vardı. Ama bu kaynağı gerçekten de ihtiyacı olanlara ulaştırmada büyük zorluklar mevcuttu. Tüm hekimlik hayatımda sağlıktan tasarruf anlamında yapılan basit kısıtlamaları anlamakta güçlük çektim. Küçük bir ilçeye büyük ve gereksiz bir hastane yaparsınız, içine birçok personel doldurursunuz, ama köylere aşı yapmak için personel göndermeye benzin bulamazsınız. Ondan sonra da kızamık, çocuk felci gibi önlenebilen hastalıklar ile uğraşırsınız.

Geçmişe özlem çoğu insanın içinde vardır. Ama hep güzel şeyler hatırlanır. İnsan olumsuz anıları unutma eğilimindedir. Kişiler arasındaki ilişkiler, geçmişi hatırlamak anlamında önemlidir. Bu nedenle tarihe not düşmek anlamında güzel anıları anlatırken, olumsuzlukları da hatırlamak ve kaydetmek gerekmektedir.

Şimdi bu yazıyı okuyacak gençlere hayal gibi gelecek o dünya. Ama bizim yaşımızdakiler çalışırken çok daha olumsuz örneklere rastlamışlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder