21 Şubat 2014 Cuma

Haydn'ın Türk Senfonisi Var mı?

Klasik müzikte senfoninin babası olarak anılan Joseph Haydn'ın ünlü 100 Numaralı senfonisinin, yani yaygın adıyla bilinen Military (Askeri) Senfoninin asıl isminin "Sinfonia in Turcica" (Türk Tarzı Senfoni) olduğunu öğrendim.

Aktüze'den okuduğuma göre bu ünlü senfoninin el yazması kopyalarında ismi "Sinfonia in Turcica" olarak yazılıyormuş. Ancak 1799 yılında Andre isimli birisi tarafından Grande Sinfonie Militaire (Büyük Askeri Senfoni) olarak basıldıktan sonra ismi Military Senfoni olarak kalmış. Yine aynı tarihlerde Pieyel isimli birisi bu eseri Symphonie Turque a Grand Orchestre (Büyük Orkestra için Türk Senfonisi) olarak basmış. Daha sonraları "Military" adı daha çok kabul gördüğü için bu şekilde adlandırılmış. Yani Haydn'ın isimlendirmede bir rolü yok. O zamanlar kafasında Türk Senfonisi olarak adlandırmak var mıydı, bilemiyorum.

Şimdi gelelim klasik müzikte Türk etkisine. Aslında bu çok önemli bir konu ve yurt dışında üzerinde çok sayıda araştırma yapılmış, doktora tezlerine konu olmuş. Gönül isterdi ki, bu konu Türk müzikologları tarafından ayrıntılı incelense ve bizlere kitap olarak sunulsa ne güzel olurdu.

Klasik müzikteki Türk etkisini en çok yansıtan eser, kuşkusuz Mozart'ın en sevilen eserlerinin başında gelen Türk marşıdır (Rondo alla Turca). Ama bu etkiyi birçok klasik müzik bestecisinin eserlerinde sıklıkla rastlıyoruz. Hatta Türk etkisinin ta 14.Yüzyıl'dan itibaren müzikte rol oynadığını yazanlar var. Ama gerçek etkiyi 1700'lerden sonra gelen bestecilerin eserlerinde görüyoruz. Tüm bu bestecilerden yazıda bahsedebilmek olanaksız. Gustave Mahler'e kadar bu etkiye rastlamak mümkün.

Büyük besteci Beethoven'de Türk temasını eserlerinde birçok defa kullanmış. Bu eserleri arasında, Turkish March ve ünlü 9.Senfoninin korolu kısmından bir bölümü sayabiliriz.

Peki bu etki nasıl oluşmuştur. Osmanlının ilk Avrupa'ya ayak basmasından itibaren, Avrupa'da yaşayan halklar ile yoğun bir askeri, ticari ve kültürel ilişki kurulmuştur. Tabi bizim tarihlerimiz hep Avrupa'yla ilişkileri savaşlar üzerinden yazar. Avrupa'nın hep bizi hasta adam, barbar Türk gibi gördüğünü söyler. İşte bu resmi ideolojinin oluşturduğu tarih anlayışının dışında koca bir dünya var; halklar arasındaki ilişkilerin tarihi. Tamam çok savaş yapmışız, ama başka hiç bir şey olmamış mı aramızda. Savaş yapmadıkları zaman sınırlarını kapatıp, insanları ülkelerinin içine mi hapsetmişler? Hiç böyle bir şey olabilir mi? Halklar arasında sürekli etkileşim olmuş. Özellikle ticari anlamda. Bizim Osmanlı tacirleri yaman tacirlermiş. Akdeniz şehirleri başta olmak üzere birçok Avrupa şehriyle ilişki kurup ticaret yapmışlar. Örneğin Venedik şehrine gidenler bilirler, Büyük Kanalın çevresinde geçmişte ticaretin çok canlı yapıldığı Türk pazarı olarak adlandırılan bir bölge vardır.

Sadece Osmanlı tacirleri dolaşmamış Avrupa'yı. Oralardan da birçok tacir Osmanlı topraklarında yaşayan halklar ile ticaret yapmışlar. Bilindiği gibi bu tür ticari faaliyetler beraberinde yoğun bir kültürel etkileşimi de getirirler. Ayrıca bir not olarak ekleyelim. 18.Yüzyılda gezici İtalyan opera kumpanyaları, Anadolu şehirleri de dahil olmak üzere birçok Osmanlı şehrinde temsil vermişler. Demek bir pazar var ki bu gösteriler yapılıyor. Ayrıca hem 18. ve hem de 19. Yüzyılda müzik anlamında birçok etkileşim olmuş Osmanlı ve Avrupa devletleri arasında. Yani onlar bize yabancı değil, biz de onlara.

Avrupa'nın bizi barbar Türk veya hasta adam gibi gördüğü hikayelerini bir yana bırakmak lazım. Yine dinsel farklılığı da öne sürerek Avrupa'dan uzaklaşmamıza zemin hazırlamak doğru değildir. Avrupa ulusları yüzyıllar boyunca birbirlerinin boğazını sıkmışlar ve sürekli savaş yapmışlar. Hem de saçma sapan birçok konu nedeniyle. Üstelik çok daha büyük barbarlıklar yapmışlar birbirleri üzerinde. Hemen hatırlatayım, 1789 Fransız İhtilali. eşitlik, özgürlük, insan haklarını temel alarak yapılmış bir ihtilal. Ama daha sonrasında yapılan vahşet az mı? Bu durum yine de Fransız ihtilaline yol açan ilkelerin değerini azaltmaz. İhtilalden sonra gelişen olaylar, 19.yüzyılda çok sayıda ekonomik, sosyal ve siyasal çalkantıya yol açmıştır. Bu çalkantılardan müzik de nasibini almış ve romantizm akımı boy vermiştir.

Yukarıda da bahsettiğim gibi bizim yolumuz Avrupa'nın yolu olmalıdır. Eğer bugün o dünyanın bir mensubu olamıyorsak, bunu onlarda değil, kendimizde aramamız lazım. 21. Yüzyılda hala ifade, örgütlenme özgürlüğüne kısıtlama getirmekle uğraşan Türkiye, Avrupa'nın bir parçası olabilir mi? Ama ben yine de umutluyum ülkemizin geleceğinden. Geçmişte çok çalkantılı dönemler yaşadık. Demokrasi ve insan hakları mücadelesinde çok bedeller ödedi Türkiye. Geçici duraklamalar olsa bile, kimse geriye döndüremez ülkemizi. Gelecek kuşaklar çok daha özgür, insan haklarına saygılı bir ülke ve bölge de yaşayacaklar. Ben bunun tam tam seslerini duyuyorum. Sizin de duymanızı isterim.

Tekrar müziğe dönelim. Aslında klasik müzikteki Türk etkisi özellikle 1683 yılındaki İkinci Viyana Kuşatmasından sonra belirginleşmiş, 18.yüzyıl boyunca da etkisi giderek artmıştır. Şimdi hep hayıflanırız, eğer Osmanlı o zamanlar Viyana'yı fethetse idi, çok şey kazanacaktı. Ne kazanacaktı? Hiç bir şey. Belki de bir Pirüs zaferi olacaktı kendisi için. Şimdi bu konuyu tartışmak istemiyorum. Bırakalım tarihçiler yapsın. Ama burada Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bilmeden de olsa önemli bir iş yapmış. Ne yapmış biliyor musunuz? 120 adet mehter takımını nöbetleşe olarak 6 ay boyunca Viyana şehrinin çevresinde 24 saat boyunca sürekli çaldırmış. Viyana halkının moralini bozmak istemiş. Bir Viyanalı olarak düşünürseniz, ne kadar sinir bozucu bir şey. Etkilenmemeniz olanaksız. Tabi o zamanlar da Viyana bir başşehir ve kültürel bakımından son derece aktif bir şehir. Mehter marşının ezgileri sanatçıların kafasında yer etmiş. Savaştan sonra Osmanlı'nın bıraktığı ağırlıklar arasında çalgılarda olabilir. Müzik insanları bu çalgıları ayrıntılı olarak inceleme olanağı bulmuş olabilirler. İşte kuşatmanın faydası Türk etkisinin batı müziğine girmesine ön ayak olmuştur. Hatta Türk kahvesini de Avrupalıların bu kuşatma sırasında tanıdığını söyleyenler var. Kuşatmadan sonra başta Viyana olmak üzere Avrupa'nın birçok şehrinde Türk kahvesini müşterilerine ikram eden kafeler açılmış. Bach ünlü Kahve Kantatını böyle bir kafe'de verdiği konserler sırasında bestelemiş.

Tabi kuşatmadan sonra Osmanlı sırra kadem basıp kaçmamış. Biraz gerilemiş, o kadar.Yine Avrupa'nın önemli bir kısmına egemen. O zamanlar en büyük rakipleri de Avusturya, Rusya ve bir kısım Orta Avrupa Devletleri. Tüm 18.Yüzyıl boyunca bu devletler ile Osmanlı sürekli sürtüşmüş ve savaşmış. Yalnız bu devletler sadece Osmanlı ile değil, birbirleriyle de savaşmışlar.  Bu ilişkiler Avrupa'nın başta Viyana olmak üzere birçok şehrini dolaylı ve dolaysız olarak etkilemiş. Tabi bu arada Osmanlı Ordusunda çalınan başta mehter marşı olmak üzere tüm müzikler ve çalgılar, müzisyenleri etkilemiş ve klasik müzikteki Türk etkisinin pekişmesine zemin oluşturmuştur. Ayrıca her iki yüzyılda da Osmanlı Devleti ile Avrupa Devletleri arasında yoğun diplomatik ilişkiler kurulmuş ve geliştirilmiş. Bu dönemlerde Osmanlı'nın bazı yetenekli diplomatları, her iki müzik türünün tanınması için yoğun çaba göstermişler.

Peki Türk etkisi olumsuz bir etki mi? Hayır, yani barbar Türk hikayesi burada yok. Zaferi, kurtuluşu betimleyen ezgiler bunlar. Tabi bu arada vurmalı çalgılar ile üçgen ve zil gibi çalgılar orkestralara girmiş ve yaygın olarak kullanılmaya başlanmış.

Şimdi gelelim Haydn'ın Military Senfonisine.1794 yılında Londra'da bestelenmiş bu eser. Şimdi diyeceksiniz, Türk ezgisinin ne işi var Londra'da. Bir görüşe göre Haydn bu senfonisini Fransız İhtilalinin önemli ismi Robespierre'in düşüşünden sonra başlayan Fransa, Avusturya ve İngiltere arasındaki savaşın anısı için bestelemiş. Ama bu savaşlarda Türk'ler yok, Türk etkisi var. Haydn bu senfonisine büyük davul, zil ve üçgeni de katmış. Yeniçeri müziğinin törensel havasını vermiş. Özellikle ikinci bölümü çok güzeldir bu senfoninin. Bu bölümde Türk çalgılarının girişi ile senfoni dramatik bir şekilde askeri patlamalarla renklenir. Savaş borularının çınlayışı, hücumun gök gürültüsü, silahların şakırtısını duyabilirsiniz bu bölümde. Bölümün sonuna doğru bir trompet Avusturya ordusu için askeri çağrıyı tek başına duyurur. Daha sonra vurmalı çalgıların eşliğinde gök gürültüsü gibi sesler tekrar duyulmaya başlar. Hemen akabinde sesler yavaşlar. Bölümün sonuna doğru sesler güçlü darbeler ile tekrar yükselir. Bu eseri size dinletmek istiyorum. Lütfen tıklayınız...

Günümüzde dijital alanda birçok müziğe kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Önümüzde koca bir dünya var. Yeni bir şey keşfettim. Berlin Filarmoni Orkestrası tüm konserlerinin videolarını internet'ten izlemeye açmış. Üstelik güncel konserleri canlı olarak web üzerinden izleyebiliyorsunuz. Aylık çok düşük bir ücret alıyorlar. Özellikle tavsiye ederim. Bilgisayarınızın ses sistemi kaliteli olursa çok daha keyifle izleyebiliyorsunuz konserleri.

Kaynaklar:

  1. Müziği Okumak. İrkin Aktüze. Pan yayınları. Cilt-3. 2007
  2. http://www.sa-cd.net/showreviews/9050
  3. http://cnx.org/content/m15861/latest/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder