28 Şubat 2014 Cuma

Müzik Yaşamımızın Vazgeçilmezi mi?

Geçtiğimiz cumartesi günü eşimle sabah kahvaltısı yaparken, birdenbire "Hadi" dedim "Bu akşam Berlin Filarmoni Orkestrası Brahms çalacak. Gidip dinleyelim". Eşim şaşkınlıkla yüzüme baktı. O günkü randevulu hastalara bakacağım, vize alacağız, bilet bulacağız, akşam da konseri izleyeceğiz. Hiç olacak iş miydi bu? Bir anda bütün bunların aklından geçtiğini hissettim. Gülerek şaka yaptığımı söyledim ona, ama bu akşam gerçekten de konseri izleyeceğimizi ekledim.

Akşam oldu, bilgisayardan Berlin Filarmoni Orkestrasının web sitesinde bulunan "Digital Concert Hall" bölümünü açtım. Konser saati gelince web sitesinden canlı yayın başladı. Şef Simon Rattle yönetimindeki orkestradan tüm ihtişamıyla izledik konseri. Güzel ve romantik bir akşam oldu bizim için.

Konseri izlerken kamera ara sıra seyircileri de gösteriyordu. Ne kadar da değişmişti seyirci profili. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği, günlük kıyafetleri ile izlemeye gelmişlerdi konseri. Ama eskiden nasıldı bu konserlere gidenler. Erkekler frak, smokin veya koyu renk takım elbise giyerler, kadınlar ise en gösterişli gece elbiseleri ile takıp takıştırarak konserleri izlerlerdi. Geçmişte bu tür konserler zengin burjuvazinin, sosyetenin gösteriş mekanları halinde kullanılırdı genellikle. Birbirlerine hava attıkları yerlerdi konser salonları. Gerçek müzik severler için, bu konserleri canlı izlemek olanaksızdı. Konserleri izleyenlerin önemli bir kısmı orta yaşın üzerindeki kişilerdi. Ama şimdi her şey değişti. İletişim teknolojisindeki gelişmeler artık herkesin rahatlıkla her türlü müzik aktivitesini canlı veya video olarak izlemesine olanak sağladı. Yani teknoloji eskiden zengin burjuvaların, yüksek sosyetenin dinlediği klasik müziği, maddi durumu ne olursa olsun, her kesimden müzikseverin kullanımına açtı. Peki müziğin bu şekilde popülerleşmesi ne zaman başladı?

Aslında endüstriyel kapitalizmin gelişmesi ile birlikte, yani 18.yüzyılın sonundan itibaren müzik çok çeşitli kesimler için vazgeçilmez bir tutku haline geldi. Ama 1877 yılında Thomas Alva Edison'un müzik için bellek görevini yapan ve müziğin sesli olarak üretimine olanak sağlayan mekanik kayıt sistemini, yani fonografi bulması sonucu müziğin yayılma süreci yeni boyutlar kazandı ve radyo bu boyutları giderek devasa şekle dönüştürdü. Daha sonra gelişen kayıt sistemindeki ilerlemeler, müziğin yaygın olarak dinlenilmesini çok daha hızlandırdı. 2000'li yıllardan itibaren internet teknolojisindeki gelişmeler ise müzik dinlenilmesini çok daha olağanüstü boyutlara taşıdı. Son zamanlarda gelişen bulut teknolojisi, bir çok kayıt sisteminin pabucunu dama atacak duruma geldi. Gelişen teknoloji, internete girebilen her türlü cihaz ile müziği görüntülü veya görüntüsüz olarak her yerde dinlenebilir hale soktu.

Aslında bu gelişmeyi sağlayan en önemli neden, yığınlara seslenen medyanın olaya el koymasından çok daha önce, yüzyılın başında müzik ve günlük yaşamın iç içe geçmesi ile birlikte müzikte yaşanan büyük gelişmenin, beraberinde önemli bir kültürel birikime yol açmasıdır. Bu konudan ilerideki bir yazımda daha ayrıntılı olarak bahsedeceğim. Bugün müzik, kişinin özel yaşamını geçirdiği evinde veya başka bir yerde, özel yaşamı şekillendirirken, zamanın organize edilmesi için bir araç, fakat her şeyden önce toplumca üretilen ve medya tarafından kişinin öznel iç dünyasına taşınan önemli bir yapı malzemesi olmuştur.

Bu satırları yazarken internet radyo'da Schubert'in Rosamunde Üvertürü, Cladio Abbado'nun yönetimindeki orkestra tarafından çalınmaya başladı. Çok güzel bir eser olan bu üvertürü Schubert, kadın Şair Helmine von Chezy'nin pek tutulmayan Rasamunde adlı romantik piyesi için yazmış. Piyes pek hatırlanmasa da Schubert sayesinde Rosamunde adı ölümsüzler arasına katılmıştır. Şimdi dinleyelim bu sevimli müziği. Tıklayınız...

Bu kısa aradan sonra tekrar yazımıza dönelim. Müzik felsefecisi Wicke ne söylemiş müzik ve insan arasındaki ilişki için, aynen aktarıyorum. "İnsanlar müziği, tınıların dünyasına dalarak bütün benlikleriyle dinlediklerinde ve onunla bütünleştiklerinde, bu müziğin yarattığı bir olanakla kendilerini daha başka türlü algılıyorlardı. Müziği dinleyen "ben" bütünleştiği tınılarla birlikte hayal dünyasının en uç sığınağında, gerçek "ben"in yanı başında durarak ve tekrar kendine dönmek üzere ritmlerden ve tınılardan oluşan prizmada bir ışık gibi kırılıyor".

Sevdiğiniz bir müziği dinlerken, Wicke'nin dediği öteki "ben"in kimliğine bürünürsünüz birden. Hiç rahatsız edilmek istemezsiniz çalan müziğin içinde. Hayal dünyasında kaybolursunuz birden. Bu deneyimi hepimiz değişik bir şekilde sürekli yaşıyoruzdur müzik dinlerken.

20'li yaşlardaydım. Hani Erol Toy'un dediği gibi, "Bir genç kızın gülüşüne ömür verilen yaşlarda". Ömür verilmese de romantik ilişki yaşadığım bir arkadaşımla birlikte Hacettepe'nin bahçesinde küçük transistörlü radyoda Borodin'in Prens Igor Operasından Poloveç dansını dinliyorduk. Müziğin ve o anın yaşattığı ritmi bu eser her çalındığında hatırlarım. Bu romantik eseri çoğunuz biliyorsunuzdur. Yine de dinlemek isterseniz eğer, tıklayınız...

Romantizm ve romantik duygular gençliğe özgü değildir. Her yaşta hissedilen duygulardır bunlar. Yalnız nitelik değiştirir, daha mantıklı temellere oturur. Yazının başında bahsettiğim, romantik çağın en büyük bestecilerinden birisi olan Johannes Brahms'ın 3. Senfonisinin en güzel bölümünü dinleterek veda edeceğim sizlere. Lütfen tıklayınız...

Kaynak:

Mozart'tan Madonna'ya popüler müziğin bir kültür tarihi. Peter Wicke. Çeviren Serpil Dalaman. YKY Yayınları. 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder